Aynada kendimi seyrettiğim gözlerime artık başka bir karanlık yerleşti. Öyle bir karanlık ki nice aydınlıklara bedel sanki nurlu bir karanlık bu. Kuyuların en dibindeki ıslak nefes ile karışık bir karanlık mı, denizlerin en dibindeki genzine dolan sulu karanlık gibi mi veya gecenin içinden ıslıkla gelen karanlık gibi desem hiçbirini uyduramıyorum bugün, zihnim bir arz da bir arş da.
Gizli hayranıyım evrenin, her şeye her an kocaman açtığım gözlerimle baktığım ve hep hayretle karşıladığım. Canlandığı yerinde bulurum kendi canımı, mor papatyanın. Şakıdığı yerinde bulurum canımın sesini, sabah cama gelen kumrunun. Titrettiği yerinde bulurum canımın dokunuşunu, sabah yelinin. Yolumdadır, evrenin sırları bir bir ilerlerken çiçek gibi açılan.
Bir bir seslenen, bir bir dokunan, bir bir ağlatan, güldüren… Kalbimi hatırlatan, atışını duyuran.
Kimi görsem, neyi görsem O’na dair, duraklarım. Aynadır bana derim ve bir bakarım ne der, ne söyler, nasıl söyler hangi yarama söyler, ruhumun hangi telini titretir bu suskun söyleyişler.
Sesli dilleri de var elbet evrenin onlara başkadır müptelalığım. Kırlangıç başka şakır, keklik başka dilden çağıldar. Dinlerim, dinlerim ki kibrimi yok etsin gönlüm hoş olsun bu seslerle. Ve yine düçar olan gönlümüzdür derdimiz. Her yerde yar var düştüğümüz, yâri görünce çöktüğümüz.
Saçımızı beyazlatan yâr.
Gönlümüzü karartan yâr.
Ocağımızı söndüren yâr.
Kaçış zamanıdır heyhat, her ne ise gözümüzün görmek istemediği, gönlümüze düşürmek istemediği dizilir müşkülatlar. Yerimiz yurdumuz dar gelir. Biliriz aslında içten içe hepsi biziz. Bu dert de derman da, hasta da hastalık da, gam da ferahlık da ama saklanırız bir kuyuya kolay gelir saklanmak. Saklarız kendimizi kapatırız kapağını sıkı sıkı kuyunun. Sonra işte o karanlıkta başlarız düşünmeye, duvarlar ne der, hangi telimizi oynatır, neresinden su sızar ve hangi çatlaktan ışık…
İşte mahzun bakarken aynadan yâr, birden umut sızar aynanın ince sırrından. Kumrunun sesini duyarsın aniden ve koşar dörtnala şafağın bin rengi zihnine. Ve birden aydınlanır kuyu, çatlaktan sızan ışıkla. Dizlerinin üzerine çözmüş ey hüzün, Yağmurdan yaprağa tutunmuş son damla çiğ, Asfalta saklanmış ayak izlerim, Zeytin dalından beni gözleyen barış.
Haykırırlar en duyulmaz sesleriyle.
En dipsiz kuyulardan sıçra!
En derin denizlerden yüksel!
En karanlık gecelerden uyan!
Aç o kocaman kapkara gözlerini!
İşte aydınlıkta yürümektesin, kalbinin bahçesinde hem de en karanlık yerinde bir gül solar ve en aydınlık yerinde tekrar tomurcuklanır ya işte Evren her yerden her şeyden sana gülümsemekte.
Nefesini kocaman al, dolsun evrenin tüm renkleri bedenine.
Gülümse aynadan bakan sana…
Nasıl der büyük usta Abdurrahim Karakoç
“…Her ne kusur varsa, geçen zamanda;
Suçsuzdur aynalar, elâ gözlü yâr.
Mecnunlar Mevlâyı bulursa canda,
El olur Leylalar, elâ gözlü yâr.
Dert eylemeyin Arzu Hâliniz Gök kubbede muhakkak okunur.
İş ki siz onu yürekten dileyin…
ArzuHâl…
Yorum Yazın